Gözaltıların birinde Lefkoşa’nın göbeğinde bulunan polis merkezinde 16 saat bir hücrede tutuldum. Geçenlerde oradan geçiyordum ve bir tadilat yapıldığını; binanın bazı bölümlerinin yıkıldığını gördüm. Benim hücrem yıkılacak diye ödüm koptu. Çünkü Kutluğ Ataman’la bir hayalimiz vardı bizim... Lefkoşa’nın göbeğindeki o bina birgün Çağdaş Sanat müzesi olacaktı ve benimle yaptığı 1+1=1 videosunu oraya yerleştirecektik.
O hücredeki anılarımı genelde eğlenceli bir hikaye gibi anlatırım. Bunu yapmak beni rahatlatır. Elbette çok zor ve acıydı ama şimdi onu bir macera gibi hatırlamak ve gülüp geçmek istiyorum.
Tutuklanacağımı bilmiyordum ve o gün çok şık giyinmiştim. Dünyanın son hipilerinden, doğada yaşamayı seçmiş bir arkadaşımın arastadan aldığım kumaştan diktiği şahane uzun eteğim ve ipekli bluzum üstümdeydi. Beni o hücreye götürürlerken erkeklerin hücrelerinin önünden geçmemiz gerekiyordu ve önce bütün erkekleri hücrelerine kilitlediler. Kadınlar için tek bir hücre vardı ve sanırım o yıllarda pek kullanılmıyordu. Beni getiren sivil giysili kadın polis: “Çok üzgünüm. Şiirlerinizi de çok severim” diye çekingen bir yakınlık ve teselli göstermiş ve çaktırmadan taşın üzerine serebilmem için yedek bir bataniye vermişti. Taş yatakta bir güzel uyuyacaktım ama karnım aç olduğundan uyku tutmadı; sabaha doğru dalmışım. Sabah, uzun eteğim ve ipekli bluzumla Pamuk Prenses gibi uyandığımda erkeklerin hücreleri ikiye bölen demir parmaklığın kenarından beni seyretmekte olduklarını fark ettim. Hep beraber teselli etmeye çalışıyorlar ve “Bu ülkede çok haksızlık var. Bir ihtiyacın varsa çekinme bize söyle. Alışırsın merak etme” gibi şeyler söylüyorlardı.
Yapılan Uluslararası kampanya nedeniyle davama devam edilmedi ve hapse girmedim. Aslında bunu denemek pek de fena olmazdı belki... Ya da dışardan öyle görünüyor.
Bir keresinde, Lefkoşa’daki hapishaneye bir kadın tutukluyla röportaj yapmak için girmiştim.
Kezban, kızına göz diken sevgilisini öldürmüştü. Hapishanedeki tek kadın tutukluydu. Kadınlar bölümü olarak ayrılan geniş mekanın kraliçesiydi sanki. Mekan, inanılmaz temizdi. Yere bal dök yala cinsinden... Kezban, hergün temizlik yapıp her yanı parlatıyordu.Bir de kendimi bir çiçekçi dükkanında sanmıştım içeriye girdiğimde. Çılgınlar gibi çiçek yetiştiriyordu. Kızının getirdiği saksılarda çiçekleri üretiyor, zamanını onlarla geçiriyordu.
Çok mutsuzdu... Oradan nefret ediyordu. Ama orası hiç de filmlerdeki hapishanelere benzemiyordu. Ben konuk olduğum için o kıstırılmışlık, kapanmışlık duygusunu hissetmemiştim belki de... Sanki Kezban’ın evini ziyarete gelmiştim. Çıkarken onu da yanıma alıp gidebilecektim. Kezban’ın kızı, serbest kalabilmesi için milletvekillerinden imza topluyordu. Bir umut vardı.
Birkaç ay sonra gizlice Kıbrıs’ı bölen sınırı geçerken yakalanmayı göze almış; yakalanırsam Kezban’ın yanına gidip ona arkadaşlık edeceğimi düşünmüştüm. Ama maalesef ya da ne iyi ki yakalamadılar.Başkalarının
Türkiye’deki hapishanelerin birinde bir şair mektup arkadaşım vardı.Bir arkadaşımın nişanlısı da aynı hapishanedeydi ve o yolla da haberleşiyorduk. Şair arkadaşımın aynı hapishanenin kadınlar hücresinde bulunan sevgilisiyle evleneceği ve hapishanede nikah yapılacağı haberi geldi. Nişanlısı hapiste olan arkadaşım, çok heyecanlanmıştı. Nikah töreni “açık görüş” anlamına geliyordu. Nikah için Çanakkale hapishanesine gidecek ve yıllar sonra sevgilisine sarılabilecekti.”Ben de seninle geleyim” dedim. Çok heyecanlıydık. Onu giydirip süsledik. Ben de şık giyinmiş elime bir buket çiçek almıştım. Oraya gidince durumun vehametini gördük. Sevdiklerini görme, onlara sarılma umuduyla pek çok mahkum yakını gelmişti. Hep birlikte içeriye giriş izni almak için savcılığa gitmiştik. Ben gerçek anlamda bir mahkum yakını olmadığım için ötekilerden daha rahattım. Elimde bir buket çiçekle ayrıksı biri olarak kalabalığın içinde oturuyordum. Devlet mevlet korkusu da bilmediğimden savcıya gülümsedim ve sanki söz konusu olan anlı şanlı Türkiye hapishanelerinden biri değilmiş gibi “Merhabalar efendim, Kıbrıs’tan arkadaşımın nikahı için geldim” dedim.” Size özel izin vereceğim” diyerek elime izin belgesini tutuşturdu. Biraz sonra ağlamalar ve çığlıklar boy gösterdi. Sadece on kişi girebilecekti içeriye ve buna nikah sahibinin ailesi karar verecekti. Ben on birinci kişiydim.Özel izinliydim. Sanırım gelinin babasıydı karar verecek olan. On kişiyi seçmişti ve arkadaşım aralarında yoktu. Kahrolmuştum. Elimdeki izin belgesi bir ihanet belgesine dönüşmüştü. Ona vermek istiyordum ama bu mümkün değildi. Ben de girmemeye karar verdim tabii ki. Onunla kalacak ve teselli etmeye çalışacaktım.
Arkadaşım o kadar çok ağlıyordu ki sonunda on kişi arasına seçilen yaşlı bir amcanın içi acıdı. Yıllardır göremediği oğluna sarılmaktan feragat edip yerini arkadaşıma verdi. İçeriye girdik sonunda. Ben birbirine sarılanları gözlerim dolu dolu izliyordum. Orada çekilmiş fotoğraflarım var. Gelinle damadın yanında, nasıl ve neden geldiği belli olmayan ayrıksı biri gibi duruyorum.
Bundan sonraki hapishane maceram yıllar sonrasına gider. Bir şiir festivali için Kolombiya- Medellin’e gitmiştim. Muhteşem bir festivaldi. Açılışı 6000 kişi izlemişti. Her şair 10 yerde okuma yapacaktı. Bana verilen listede Casa Bella Ventura diye bir yer belirtilmişti. İspanyolca bilmediğimden ve Rumcadaki kastro (kale) sözcüğünden ötürü nedense bunun bir kalede yapılacak bir dinleti olduğunu düşünmüştüm. Oteldeki odama bir telefon geldi o sabah ve dinleti saatinden iki saat önce resepsiyona inmem ve pasaportumu da yanıma almam söylendi. Şaşırmıştım. Sonra, bunun bir hapishane olduğunu öğrendim. Zapatista kadın şair, Almanya’da sürgünde olan Cezayirli bir şair, devrimci edası olan Kolombiyalı bir şair ve ben hapishanede şiir okumak üzere yola çıktık. İlk gördüğüm manzarayı asla unutmayacağım.Tellerle ayrılmış uzun bir koridorda çok şık ve seksi giyinmiş onlarca güzel Latin kızı bir cıvıltı içinde bekliyorlardı. Ne olduğunu anlayamadım bir an. Sonra öğrendim. O gün hapishanenin eşlerle buluşma ya da seks günüymüş. Mahkumlar eşleri ve sevgilileriyle birer saat bir odada yalnız kalabiliyorlarmış.Oda sayısı da sınırlı olduğundan sabah gelip sıra bekliyorlarmış. Kayıt yaptırmak ve bileklerimizi mühürletmek için gittiğimiz bölümün yanındaki parmaklıklar ardında da farklı bir heyecan vardı. Daha çok genç ve sevgilisiz oldukları belli olan bazı mahkumlar parmaklıklar ardından kızları görmeye çalışıyorlardı. İspanyolca bilen arkadaşım gençlerden birinin söylediğini işitince gülmeye başladı. “Ne diyor?” dedim.” Ben şu uzun siyah saçlı olanı beğendim” demiş. Hapishanenin içinde ise bir başka sürpriz vardı. Geniş bir bahçeye girdik önce. Sonra bizi hapishanenin günlük gazetesinin bürosuna götürdüler. Burası gerçek bir gazete ofisi gibiydi. Canlı yayın yapan bir de televizyonları varmış.” Kusura bakmayın, bugün eşlerle buluşma günü; dinleti pek kalabalık olamayacak ama üzülmeyin biz koğuşlara canlı yayın yapıyoruz.” dediler.
Kalabalık olamayacak deseler de amfi tiyatronun yarısından fazlası doluydu. İçerde birbirine sarılmış şiir izleyen iki sevgili de vardı üstelik.
Ben hiç hapse girmedim; daha önce de söylediğim gibi... İki kez gözaltında ve hücrede tutuldum. Birini nedense anlatmak içimden gelmiyor. O ilkiydi ve 1980 öncesi Türkiye’deydi. Bunlar kadar eğlenceli değildi. Cinsel taciz filan vardı. Çıktığım zaman alttaki şiiri yazmıştım. Üniversiteye doğru giderken içimde dizeler çağlıyordu adeta. Çok özel bir şiir değil ama o dönemki ruh halimi yansıttığı için nedense severim onu. Hepsi bu...
ONURU KORUMAK İÇİN
Dişi bir kaplan olacağım
onuru korumak için
duru bir göldür diye
yüreğimdeki sevda
dişi bir kaplan olacağım
Dişi bir kaplan olacağım
Çocuklarım için, insanlarım için
fidanları kırmasınlar diye
sevgim pazara çıkmasın diye
ve tanklar girmesin diye
papatya tarlalarına
Yırtıcı, zeki ve yiğit
bir dişi kaplan olacağım
boksör emeklileri polis oldukça
Kemancıların kollan dans ederken
sessizce ağlarken piyanodaki adam
orkestralarda
çalınırken dünyanın en güzel parçaları
bir kuş uçarken
ilk kez gülümserken bir bebek
Beşparmak dağlan yemyeşilken
ve sevgilim kahkahalarla gülerken
elektrik şoku verilmesin diye
ceylan bakışlı bir gence
Dişi bir kaptan olacağım
Yeryüzü güzelken
ve insanlar kıvranıyorken acılarla
karşımızdaki panzerse copsa
Üzerime yürüyorsa karanlık yüzlü adamlar
hatta tutsaksam
kıskıvrak yakalanmışsam hatta
dişi bir kaplan olacağım
onuru korumak için
Neşe Yaşın'ın yazısının orjinali...
Neşe Yaşın'ın Ceren için yazdığı not:
Sevgili Mustafa,
Ceren'e ulaştığında benden de çok selam söyle.
Sevgiyle, Neşe
Bir genç kızın suçsuz yere,hiç bir günahı yokken bu yaşta bu travmaya maruz bırakılması anlaşılır bir şey değil ve bu sadece ülkemizde yaşanan bir gerçek olsa gerek..Ve bu şekilde kim bilir kaç mağdur hapishanede bilemiyoruz.
YanıtlaSilNe ile suçlandığını bile bilmeden içeride hapis hayatı yaşayanlara bu toplum da borçludur.
Dr.MCD