Sevgili Ceren'im
Tam 4 ay 3 hafta oldu özgürlüğün elinden alınalı.
Bunu hak etmediğini herkes söylüyor. Henüz içeriğini bilmediğimiz iddianamen yargılamanızı yapacak olan 9. Ağır Ceza Mahkemesi'ne sunulmuş.
Geçtiğimiz pazar günü Radikal 2'de annenin "Hikayemdir" başlıklı yazısıyla senin bu kişisel kısa tarihine bir not daha düşüyorum.
Hikâyemdir
13/09/2009
Sevgi timsali yavrumu, kıpır kıpır kelebeğimi zindanlara tıkan, rengarenk çiçekli bahar dalımı solsun diye yolmaya çalışan ülke mi bizim vatanımız?
NEVİN SÜTLAŞ
Bir kız doğurdum. Harika bir bebekti, harika bir çocuktu ve harika bir genç kız oldu. Her dem ve yaptığı her şeyle övünülecek bir evlada sahip olmak, bir anne için nasıl keyifli bir şeydir bilmem bilir misiniz? Öznel olduğumu, bu nedenle yanıldığımı düşünüyorsanız aldanıyorsunuz. Onunla tanışan herkes aşağıdaki paragrafa katılacaktır: Kızım sevimli ve sevgi doludur. İnsan sever, hayvan sever, doğa sever ve de yurt severdir. Bunların içi boş kelimeler olduğunu düşünmeyin. Ceren içlerini tıka basa dolduranlardandır.
Sevmenin bedeli vardır. Ceren yaşamı boyunca, bütün bu sevgilerin yüklerini bilerek ve isteyerek taşıdı. Bildi çünkü bilgi sahibidir. Gereklerini yerine getirdi çünkü bilinç sahibidir. Keşke Ceren için söylediklerim benim için de geçerli olsaydı.
Bilgiyi bilinç düzeyine aktarmayı zaten geçelim, ben öyle kayıtsız şartsız sevenlerden de değilimdir. Bazı insanları hatta neredeyse çoğunluğunu sevmem. Na’palım ben bir elitistim, öyle popülistlerden falan değilim, diye övünürüm. Pis-pasaklı, tembel-çıkarcı, arsız-yalancı diye başlayan sevmediklerimin listesi uzar gider. Ceren ise herkesi sever. Birinci sınıf sanatçıyla/bilim insanıyla nasıl dost olabiliyorsa, sokaktaki tinerciyle de “paket yapmaktan bile aciz” diye öfkelendiğim tezgahtarla da dost olmayı becerir.
Ben hayvanlardan pek hazzetmem. “Ev hayvanı” kavramının insanların bencilliklerinin yansıması olduğunu düşünürüm. Bu türden rasyonalizasyonlarımın arkasına saklanır, hayvanlardan uzak dururum. Ceren ise hayvansız bir dünyanın olamayacağı bilincini, yanında yöresindeki hiçbir hayvanı “okşamadan geçememek” noktasına ulaştırdı. Uzun bir bayram izninde, tam da tatile gidecekken, kapımızın önünde can çekişirken bulduğumuz, belediyenin zehirlediği bir sokak köpeğine, koca tatil boyunca doktorluk, hemşirelik ve de hizmetçilik yapmak zorunda kalmışlığım, elbette, Ceren yüzündendir.
Benim doğaseverliğim de göstermeliktir. Güzel manzaralar karşısında mayışmaktan, fırsat buldukça çayır çimene uzanmak, dağa bayıra yollanmaktan ibarettir. Her köyün ve de kentin çıkışında varlığı şart çöp dağlarına öfkelenmekten ibarettir. Ceren ise doğayı bilerek isteyerek tahrip edenlere karşı verilen savaşımın katılımcılarındandır. Bergama’larda canı yananlardandır.
“Burası bizim vatanımız”
Benim vatanperverliğim de epeyce tartışılır. Adaletin çivisinin çıktığı, sağlık sisteminin tümüyle paraya havale edildiği, eğitimin sil baştan yok edildiği bir ülkeye sevgim, su muhallebisi kıvamındadır. Müzmin akıl hastası ile ağır zeka özürlüyü zorla gerdeğe sokup, hasta bir yığın çocuğun üretimi için kutsal evlilik ortamı hazırlayan iyi niyetli insancıkların döşediği cehennem taşlarına bekçilik etmekten hoşlanmıyorum. Asla okumaz ama “her dem her konuda konuşur” aydın müsveddelerinin taştığı ekranlardan bıktım. Baldır meme pazarı günlük çarşaflardan da. Neyin ve kimin sayesinde okuduğu/eğitim alabildiği konusunda asla kafa yormamış, ulaştığı aydınlığın bedelini ödemesi gerektiği bilincini edinmemiş, sadece tünediği koltuğun forsu konusunda uzmanlaşmış yiyicilerle aynı havayı solumaktan da bıktım. Yeniyetmelerini kocamış kopukların cüzdanlarına doğru iteleyip umduğunu bulamayınca ciyaklayan yoz ebeveynlerden, aklını bacak arasında unutan çürük heriflerden, donunu yıkamaktan acizken beyni vitrin camında çıkartma olmuş moda sapkını kenarın dilberlerinden falan da yıldım. Anlayacağınız yurt ve yurttaş düşkünlüğüm de epeyce su kaynattı. Dünyanın en uzak ve en ücra köşesine gitmeliyim.
“Bu ülkeden bir an önce çekip gitmeliyim” havasına iyice büründüğüm bugünlerde, Ceren’imin yurt sevgisi hâlâ taptaze. “Nereye gidiyoruz anneciğim, burası bizim vatanımız” diyor, tıkıştırıldığı dört duvarın arasında soluğu boğulurken.
Sevgi timsali yavrumu, kıpır kıpır kelebeğimi zindanlara tıkan, rengarenk çiçekli bahar dalımı solsun/kurusun diye yolmaya çalışan ülke mi bizim vatanımız? Köpürmüş köpeklerin salınıp taşların bağlandığı yer mi bizim vatanımız? Biz değilsek bu ülkenin sahibi kim? Aklın, ahlakın ve vicdanın mezar yerini bileniniz varsa haber versin, çiçeklerim hazır, ziyarete gideceğim...
Bağlantı:
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=954278&Date=19.09.2009&CategoryID=42
19 Eylül 2009 Cumartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)